SAYFA: (3)
Karaçay-Malkar
Türklerini temsilen Abdülkerim Batça’nın da katıldığı 1934 yılı Ağustos
ayında Moskova’da yapılan I. Sovyet Şair ve Yazarlar Kurultayında Maksim Gorki
“Sovyet Edebiyâtı Üzerine” başlıklı bildirisinde “Sosyalist Realizm”
[Toplumcu Gerçekçilik] anlayışının kıstaslarını ve metotlarını belirlemiştir.
Buna göre bütün şair ve yazarlar bundan sonra eserlerinde yeni Sovyet hayatı ve
insanını anlatacaklardır [Qaralanı-Borlaqlanı, 1990:6].
Bu
kurultayın ardından Sosyalist realizm anlayışı devletin resmî edebiyât politikası
olarak kabul edilmiştir. Edebî faaliyetlerin tezli ve eğitici bir işlevinin olması
gerektiğini ileri süren Sosyalist realizmin ilkelerine göre edebî eserlerin temel
amacı Komünizmi ve Sosyalist değerleri topluma yaymaktır. Ferdîyetçiliği reddeden,
kollektif dayanışmayı ön plana çıkaran bu anlayış edebiyâtta iyimser ve
gerçekçi bir bakış açısının olması gerektiğini savunmaktadır. Bu da ancak
toplumu Marksist-Leninist dünya görüşüyle yeniden yorumlamakla mümkündür.
K.
Zelinski, Sosyalist realizm anlayışını “Komünizmi kuran halk yığınlarının
canlı yaratıcılıklarının yeni ögelerini sanatsal bir biçim altında dile getirmek,
tespit etmek ve genelleştirmek” şeklinde tarif etmektedir. Prof. Dr. Şuayip Karakaş
ise “Sosyalist realizmin gerçekte toplumun bütün değerlerini reddetmek ve onların
yerine 20. yüzyıl Rus yayılmacılığını, sömürgeciliğini ve
Ruslaştırmacılığı ifade eden Sovyet ideolojisinin prensiplerini îman esasları
şeklinde yerleştirmek” olduğunu söylemektedir [Karakaş, 1999:298].
Sosyalist
realizmin amaçlarından biri de edebî eserlerin “enternasyonal” [çok milletli] bir
karaktere sahip olmasıdır. Buna göre Sovyet hakimiyetindeki milletlerin edebiyâtları
şekil olarak “millî” olabilir fakat muhteva bakımından “sosyalist” olmak
zorundadır. Sosyalist realizm anlayışı, J. Stalin’in ölümünden sonra muhtelif
değişmeler ve yeniliklere rağmen Sovyetler Birliği’nin yıkılışına kadar
devletin resmî edebiyât politikası olarak kalmıştır.
Sosyalist
realizm anlayışı her zaman Komünist Partinin ideolojisine ve icraatlarına
dayanmıştır. Ayrıca bütün şair ve yazarlar eserlerini yayınlamak için Komünist
Partinin politikalarına uymak zorundadırlar. Dahası, Sovyet Şair ve Yazarlar
Birliğine üye olmadan eserlerinin basılması da imkânsızdır. Bu itibarla, 1990
yılında yayınlanan gerek ilmî, gerekse edebî eserlerde bile Komünist Partinin bu
etkisi çok açık bir şekilde görülmektedir.
Sovyet
Şair ve Yazarlar Kurultayından sonra Komünist Partinin direktifleri doğrultusunda
Karaçay-Malkarlı şair ve yazarlar, Sovyet edebiyâtında nesir ve şiirin peygamberleri
kabul edilen Maksim Gorki ile Vladimir Mayakovski’nin eserlerini örnek alarak daha bir
şevk ve heyecanla Sovyet rejimi, yeni hayat tarzı ve yeni insan modeli konularını
işlemeye başlamışlardır. Bu dönemde verilen eserlerde eski hayat ile yeni Sovyet
hayatının mukayesesi en önemli temalardan biridir.
Maksim
Gorki [1868-1936] ve Vladimir Mayakovski [1893-1930]
Sovyet
hükümeti bununla da yetinmemiş, komünist ideolojiyi daha geniş bir şekilde yaymak ve
benimsetmek amacıyla halk şairlerine de el atmıştır. Komünist Partinin
direktifleriyle Kuzey Kafkasyalı halk şairleri Sovyet ideolojisini öven tarzda şiirler
icra etmek mecburiyetinde kalmışlardır.
Kuzey
Kafkasyalı halk şairlerinin bir kısmı Komünist Partinin bu emrine istemeyerek boyun
eğmiş, bir kısmı da isteyerek ve canı gönülden bu emri tatbik etmişlerdir. İkinci
grupta yer alan halk şairleri, Sovyet hükümeti tarafından cömertçe sağlanan maddî
imkân ve imtiyazlar karşılığında Komünist Partisinin emirleri doğrultusunda
eserler vermişlerdir. Bunların içinde en önemli ve etkili olanı Kuzey Kafkasya’nın
en meşhur halk şairlerinden biri olan Dağıstanlı [Lezgi] Süleyman Stalski’dir
[1869-1937]. Hakikâten oldukça kâbiliyetli olan bu ihtiyar halk şairi, yine millî
eserleri Rusça’ya tercüme etme konusunda kâbiliyetli bir şair ve mütercim olan
Dağıstanlı [Lak] Efendi Kapiyev [1909-1944] sayesinde ve Sovyet liderlerine
methiyeler yazmak suretiyle Sovyet döneminde Kuzey Kafkasya’nın neredeyse birinci
adamı olmuştur. Süleyman Stalski bu methiyeleri sayesinde 1936 yılında Moskova’ya
davet edilerek Lenin nişanıyla taltif edilmiş, kendisine birçok hediyelerle beraber
bir de otomobil hediye edilmiştir. Süleyman Stalski, Lenin nişanını J. Stalin’in
elinden aldığı sırada kendisinden geçerek “Ben bugün yetmiş yaşına geldim,
fakat bütün bir hayatım bu 70 dakikaya değmez. Sıhhatimi ve kuvvetimi hiç
esirgemeden Sovyet vatanı için adamaya söz veriyorum” diye haykırmıştır. Ne var
ki Süleyman Stalski’ye bu vaatlerini yerine getirmek nasip olmamıştır. 1937
yılında, millî komünist aydınların “Sovyet aleyhtarlığı ve burjuva
milliyetçiliği” ithamıyla tutuklanarak öldürülmelerine daha fazla dayanamamış ve
ani bir kalp krizi sebebiyle hayatını kaybetmiştir.
Süleyman
Stalski [1869-1937] ve Efendi Kapiyev [1909-1944]
Bunun
üzerine Kuzey Kafkasya’da ikinci bir Süleyman Stalski yaratmak amacıyla başka bir
halk şairi aramaya başlayan Komünist Parti yetkilileri nihayet sözlü gelenek
sahasında yeni yeni şöhret kazanmaya başlayan Karaçaylı halk şairi İsmail Semen’i
[1891-1981] buldular. İsmail Semen bu dönemde Ermenilerin “David Sasun” adlı
destanının 1000. yılı sebebiyle 1936 yılında Erivan’da düzenlenen Sovyetler
Birliği Halk Şairleri Yarışmasında birinci olmuş ve böylelikle adını bütün
SSCB’ye duyurmuştu. Komünist Parti yetkilileri ve Efendi Kapiyev geleceğin büyük
Sovyet halk şairini keşfetmiş olmanın sevinciyle hemen İsmail Semen’le görüşerek
birtakım imtiyazlar karşılığında kendisinden Sovyet rejimini ve liderlerini öven
tarzda eserler vermesini istediler. Fakat hiç ummadıkları bir şekilde İsmail
Semen’den ret cevabı aldılar. İsmail Semen o dönemde Karaçay-Malkar’da uygulanan
Sovyet baskısı ve millî aydınların büyük bir bölümünün katledilmesi sebebiyle
Efendi Kapiyev’in teklifini kabul etmemiştir. Ancak İsmail Semen’in bu hareketi onun
edebî hayatının sonunu getirmiştir. Bu tarihten sonra İsmail Semen’in hiçbir eseri
yayınlanmamış, hatta herhangi bir edebiyât kitabında adının geçmesi dahi
yasaklanmıştır. Çok yaygın ve halk tarafından sevilen “Miññitaw” [Elbruz
Dağı] ve “Aqtamaq” [Ak Boyunlu] gibi bazı şiirleri birkaç kitapta “anonim halk
şarkısı” şeklinde verilmiştir. İsmail Semen’in eserleri 1990’lı yıllardan
sonra kitap halinde yayınlanmaya başlamıştır. İsmail Semen’in şiirlerinde vatan,
millet ve tabiat sevgisinin hakim olduğu görülmektedir. Ayrıca J. Stalin başta olmak
üzere bazı Sovyet liderlerini sert şekilde eleştiren şiirleri de dikkat çekmektedir.
İsmail
Semen [1891-1981]
Komünist
Parti yetkilileri İsmail Semen’den yüz bulamayınca Karaçay-Malkar Türklerinin bir
başka meşhur halk şairi olan Kasbot Koçkar [1834-1940] ile temas kurdular. Yüz
yaşını çoktan aşmış olan bu yaşlı halk şairi Sovyet hükümetinin istediği
şekilde Lenin, Sovyet hayatı ve Komünist Partiyi öven tarzda eserler vermiş veya onun
adıyla birileri bu şiirleri kaleme almıştır. Meselâ “Caş Boldum” [Gençleştim]
adlı şiirinde Kasbot Koçkar Bolşevik ihtilâli ve Sovyet rejimiyle birlikte dünyaya
yeniden doğmuş gibi olduğunu anlatmaktadır. Fakat Kasbot Koçkar’ın bu tür
şiirleri, bir Süleyman Stalski veya Kazak Türklerinin meşhur halk şairi Cambıl
Cabayev’in şiirleri gibi istenilen düzeyde bir etki sağlayamadığından Komünist
Parti yetkilileri bu yaşlı halk şairine Sovyet tarzı şiirler söylettirmekten
vazgeçmişledir. Zaten onların temposuna daha fazla dayanamayan Kasbot Koçkar da bir
hafta sonra hayatını kaybetmiştir [Karça, 1961:71-72; Karça, 1969:35-36; Xubiylanı
vd., 1988; 29-35; Xabiçlanı, 1986:32-42, 210-240; Semenlanı, 1992:3-29; Töppelanı,
1995:141].
Kasbot
Koçkar [1834-1940]
Bolşevik
ihtilâli sonrasında komünistlerin hakimiyet sınırları içerisinde kalan Türk
boyları hürriyetlerini tekrar elde etmek için 1920’li yılların ortalarına kadar
muhtelif tarih ve yerlerde irili ufaklı birçok isyan çıkarmışlarsa da bunların
hiçbiri neticeye ulaşamamış ve Rusların acımasız ve kanlı bir şekilde tatbik
edilen katliamından kurtulamamışlardır. 1920’li yılların ortalarına gelindiğinde
Sovyet rejimi öncesinde yetişmiş millî aydınların birkaçı istisna olmak üzere pek
çoğu Ruslar tarafından öldürülmüşlerdir. Bu tarihten sonra Sovyet rejimi yerine
oturtulmuş, başta Türk boyları olmak üzere bütün Rus olmayan milletler itaat
altına alınmıştır.
Hal
böyle iken 1930’lu yılların sonuna doğru hiç beklenmeyen ikinci bir katliam daha
gerçekleşmiştir. Komünist Parti Genel Sekreteri J. Stalin ve emrindeki Komünist
Partisi Merkez Yürütme Kurulu üyeleri Sovyetler Birliği çapında fakat bilhassa Türk
yurtlarında bir “Temizlik Harekâtı”na başladılar.
Türk
yurtlarında Sovyet rejiminin iyice yerleşmesinden sonra artık millî komünistlere
ihtiyaç kalmamıştı. Bu yüzden de Ruslar belli bir taktikle aşama aşama Türk
yurtlarında Komünist Parti ve devlet idaresinde görev yapan millî aydınları birer
birer tasfiye etmeye ve bunların yerine Rusları getirmeye başladılar. Millî
komünistler elbette bu duruma tepkisiz kalamazlardı. Fakat Rusların bu oyununu
anlamakta maalesef geç kalmışlardı.
Millî
aydınlar devlet idaresinin Ruslaştırılmasına karşı tepki göstermeye, J. Stalin ve
diğer üst düzey Sovyet liderlerine mektuplar yazmaya başladılar. Millî
komünistlerin bu tepkileri yükselmeye ve zaten Sovyet rejimini hiçbir zaman içine
sindiremeyen halkın da bu tepkiye destek vermesi üzerine Rusların tasfiye harekâtı
bir anda katliama dönüşüverdi.
|
Nanı Tok | Hacı Murat Koçkar | İslam Tambiy | Muhammet Hasan |
Rusların
Katliamından Kurtulamayan Karaçaylı Aydınlardan Birkaçı
Bolşevik
ihtilâlinden bu tarihe kadar Ruslarla omuz omuza mücadele eden millî komünistler çok
kısa zamanda ve kanlı bir şekilde ortadan kaldırıldılar. Bu katliamın garip, komik
ve bir o kadar da acı olan tarafı millî
komünistlerin hepsinin “Burjuva milliyetçiliği yaparak Sovyet rejimine ihanet
etmek” ithâmıyla tutuklanmış olmalarıdır. Bu insanlar tutuklandıktan sonra
korkunç işkencelere tabi tutularak öldürülmüşlerdir. Bunların birçoğu ölmeden
önce komünist olmaktan dolayı duydukları pişmanlığı açık bir şekilde beyân
etmişlerdir. Fakat 20 yıl boyunca mücadelesini verdikleri Sovyet rejiminin hakikâtte
kendi hayatlarının sonunu getireceğini anlamakta çok geç kalmışlardır.
Öteden
beri J. Stalin’in hiç sevmediği ve “Kara Listesi”nin en başında olan
Karaçay-Malkar Türklerine mensup millî komünist aydınlar da bu katliâmdan
nasiplerine düşeni fazlasıyla almışlardır.
Başta Ömer C. Ali, İslâm Hubiy, Muhammet Eney ve Hasan Appa olmak üzere birçok
samimî millî komünist ile bir önceki katliamdan sağ kalan İsmail Akbay gibi mecburî
komünist aydınlar tutuklanarak işkence odalarında öldürülmüşlerdir. Hazret Örten
ve Esat Bici gibi Sovyet rejimin en önde gelen bayraktar şairleri ise öldürülmemiş,
fakat uzun yıllar hapishanelerde korkunç işkencelere maruz kalmışlar ve nihayet
sürgün olarak gittikleri çalışma kamplarında sıhhatleri bozularak hayatlarını
kaybetmişlerdir.
Bu
millî şair ve yazarların katledilmesinin bir diğer sebebi de eserlerinde Sovyet
rejimini överken az da olsa millî kültürlerindeki güzelliklerden bahsetmeleridir.
İşte “Burjuva milliyetçi geçmişini idealize ederek Sovyet rejimine ihanet etmek”
ithâmı buradan kaynaklanmaktadır. Öte yandan, Karaçay-Malkar edebiyâtı üzerine
yayınlanan muhtelif kitap ve makalelerde II. Dünya Savaşı sırasında Kızıl Ordu
saflarında Almanlara karşı savaşırken cephede hayatlarını kaybeden İsa Karaköt,
Davut Baykul, Hasan Bostan, Salih Hoçu, Hazret Buday, Tohtar Borlak ve Muhammet Orus gibi
Sovyet rejiminin bayraktar şairlerinden “şu kadar faşist Alman askerîni öldürerek
Sovyet vatanı için kahramanca hayatını feda etti” şeklinde bahsedilirken, 1937-1939
yılları arasında Ruslar tarafından “adice” katledilen Ömer C. Ali, İslâm Hubiy,
Abdülkerim Batça ve Hasan Appa’nın hayatlarının nasıl sona erdiği hakkında tek
bir kelime dahi yazılmamıştır.
Türkiye
1928 yılında Latin alfabesine geçince, Sovyet hakimiyetinde yaşayan Türkler ile
Türkiye arasında yeniden alfabe birliği sağlanmıştır. Bunun üzerine Sovyet
idarecileri hakimiyetleri altındaki Türklerin hem birbirleriyle, hem de Türkiye ile
olan bu kültür köprüsünü bir daha yıkmak için bir kere daha alfabeyi
değiştirmişler, her Türk topluluğuna birbirinden farklı özellikleri olan 16 ayrı
Rus alfabesi kullanma mecburiyeti getirmişlerdir.
Karaçay-Malkar’da
millî komünist aydınların imha edilmesinden sonra, 1938 yılında Latin alfabesi
bırakılarak Rus [Kiril] alfabesine geçilmiştir [Xubiylanı vd., 1988:9]. İşte,
Karaçay-Malkar’da Komünist Parti ve devlet idaresinde tasfiye edilen millî
aydınların yerine getirilen Rus idarecilerin gerçekleştirdiği ilk icraat da budur.
Sovyet hükümetinin bu icraatı Rus olmayan milletleri Ruslaştırma siyasetinin doruk
noktalarından biridir. Çünkü bu alfabe değişikliğiyle birlikte bütün matbuatta
eskiden beri kullanılmakta olan Arapça, Farsça ve Osmanlı Türkçesine ait terimler
yerine Rusça terimlerin kullanılması mecburiyeti de getirilmiştir. Bu mecburiyetin
gerekçesi ise resmî organlar tarafından “Rus olmayan milletlerin yüce Lenin ve
Stalin’in dilini öğrenmek ve büyük Rus kültürüne daha fazla yakınlaşmak yoluyla
millî kültürlerin daha hızlı bir şekilde gelişmesine yardımcı olmak” şeklinde
açıklanmıştır [Karça, 1959:64]. Anlaşılacağı üzere Sovyet hükümeti bu
demecinde rahat ve açık bir şekilde “sizleri daha çabuk Ruslaştırmak için alfabe
değişikliği yaptık” demekte hiçbir beis görmemektedir.
1930’lu
yılların sonuna doğru II. Dünya Savaşı öncesinde bütün dünyayı saran korku ve
tedirginlik tabiatıyla Karaçay-Malkar edebiyâtına da aksetmiştir. Karaçay-Malkarlı
şair ve yazarlar bu dönemde verdikleri eserlerinde bir yandan A. Hitler’e ve Nazi
Almanyası’na lânet okurken, bir yandan da Sovyet vatanına karşı gelebilecek
tehlikelere karşı halkı uyarmaktadırlar.
Dönemin
en ünlü şairlerinden biri olan Davut Baykul “İspan Qızçıq” [Küçük İspanyol
Kızı] adlı şiirinde 1935-1936 yılları arasında Nazi Almanyası’nın işgâli
altında kalan İspanyolların mücadelesini küçük bir İspanyol kızının ağzından
anlatmaktadır.
Bu
dönemde işlenen bir diğer konu ise Kızıl Ordu’nun kahramanlığı ve Sovyet
askerînin yiğitliğidir. Şair ve yazarlar eserlerinde Nazi Almanyası’ndan gelecek
muhtemel bir saldırının Kızıl Ordu tarafından kolaylıkla geri
püskürtülebileceğini coşkulu bir şekilde söylemekte, fakat her ihtimale karşı
bütün halkı topyekûn bir şekilde Sovyet vatanını savunmaya davet etmektedirler.
Muhammet Orus’un “Qurç Qılıçım” [Çelik Kılıcım] adlı şiiri bu temanın en
belirgin şiirlerinden biridir. Şair söz konusu bu şiirinde düşmana karşı Sovyet
vatanını kanının son damlasına kadar korumaya hazır olduğunu söylemektedir.
Yine,
1941 yılında yayınlanan “Alğa-Ata Curt Üçün” [İleri-Vatan İçin] adlı şiir
antolojisinde yer alan şiirlerin hepsinde Sovyet vatanının korunması için herkesin
aynı ideal doğrultusunda birleşmesi gerektiği söylenmektedir. Söz konusu bu ideal
ise gerektiğinde Sovyet vatanı için canın fedâ edilmesidir [Qaralanı, 1978:198-199].
Özetle,
Karaçay-Malkarlı şair ve yazarlar, II. Dünya Savaşının ilk günlerinden itibaren
Alman işgâlini protesto eden ve Almanların bütün insanlığın düşmanı olduğunu
ilân eden, buna karşılık Sovyet rejiminin önemini ve halkların dostluğunun
gücünü, mutlak galibiyete olan inancı anlatan şiirler yazmak suretiyle Almanlara
karşı âdeta kalemleriyle savaş açmışlardır.
II.
Dünya Savaşının başlaması üzerine 30 Haziran 1941 tarihinde SSCB Yüksek Şurası
Komünist Partisi Merkez Komitesinin ve Halk Komiserler Şurasının kararıyla J.
Stalin’in başkanlığında Devlet Güvenlik Komitesi kurulur. Diğer Türk yurtlarında
olduğu gibi Karaçay-Malkar’da da Komünist Parti kararları doğrultusunda savaşa
asker gönderilmesi için propagandalar yapılmaktadır. Stalin’in kurduğu Güvenlik
Komitesinin emriyle 1 Ekim 1941 tarihinde 16-50 yaş arası bütün erkekler askere
alınır. Bu dönemde şair ve yazarların büyük bir kısmı da Kızıl Orduya
yazılır. Bunlar eserleri vasıtasıyla vatanseverlik duygularını yücelterek halkı
düşmana karşı birlik olmaya çağırmaktadırlar. Fakat bu vatanseverlik anlayışı
yine Sovyet vatanını ve Komünist Partiyi övücü niteliktedir.
Kaynak: http://www45.brinkster.com/karachaymalkar/sovyetdonemindekarachaymalkaredebiyati.08.htm |