SAYFA: (9) Bu
dönemin başka önemli bir özelliği de 1930’lu yılların sonuna doğru seslerini
duyurmaya başlayan Halime Bayramuk, Osman Hubiy, Kaysın Kuliy, Kerim Otar, Canakayıt
Zalihan, Habib Katsi, Hazret Semen ve Azamet Sevinç gibi genç şair ve yazarların
sürgün sonrasındaki dönemde edebî faaliyetlerinde olgunlaşarak Karaçay-Malkar
edebiyâtına yeni bir çizgi getirmeleridir. Bu genç şair ve yazarlar köy hayatı,
halk kültürü, yurt ve tabiat sevgisi gibi konular ile şahsî duygu ve heyecanlarını
anlatan lirik eserleriyle Sovyet üslûbundan bir ölçüde sıyrılmayı başarmışlar
ve bir önceki kuşağa göre çok daha kaliteli eserler vermişlerdir.
Karaçay-Malkar
edebiyâtının, gerek şiir ve gerekse nesirde gelmiş geçmiş bütün zamanların en
önemli temsilcisi olarak kabul edilen Halime Bayramuk [1917-1996] ilk ve orta
tahsilini doğduğu köyde yapmış, daha sonra Mikoyan-Şahar [bugünkü Karaçayevsk]
şehrinde Hemşirelik Lisesini okumuş ve bilâhare Öğretmen Okulundan mezun olmuştur.
Meslek hayatına “Qızıl Qaraçay” [Kızıl Karaçay] gazetesinde çalışarak
başlayan Halime Bayramuk’un bir İspanyol kadınının acılarını anlatan
“Dolores” adlı ilk şiiri 1936 yılında yayımlanmış, “Eki Cürek” [İki
Yürek] adlı piyes türünde yazdığı ilk nesir kitabı ise 1939 yılında
yayımlanmıştır. Halime Bayramuk’un bu kitabı Sovyet edebiyâtı çevrelerinden
büyük beğeni görmüş ve bu yüzden de aynı yıl Halime Bayramuk kendisi
başvurmadığı halde Sovyet Şair ve Yazarlar Birliğine alınmıştır.
Halime
Bayramuk [1917-1996]
1991
yılında Kafkasya seyahatim sırasında kendisiyle tanışma imkânını bulduğum ve
imzalı kitabını alma şerefine eriştiğim Halime Bayramuk çok kâbiliyetli bir şair
ve yazar olduğu kadar aynı zamanda gururlu bir kişiliğe sahip olduğundan, kendisinden
önceki ve kendisiyle aynı dönemi paylaşan diğer Karaçay-Malkarlı şair ve yazarlar
gibi meslekte yükselmek için hemen Komünist Partisine üye olmamış ve olmayı da
hiçbir zaman düşünmemiştir. Halime Bayramuk kendi kâbiliyeti ve eserleriyle
tanınmak istemiştir. Ancak meşhur Maksim Gorki Edebiyât Enstitüsünde tahsil yapmak
için başvurduğunda kendisinden Komünist Parti üyesi olma şartı istenmiştir. Bu
yüzden 1963 yılında Komünist Partisin üye olmak mecburiyetinde kalmıştır. Halime
Bayramuk, Maksim Gorki Edebiyât Enstitüsündeki tahsilini tamamladıktan sonra yoğun
bir şekilde edebî faaliyetlerine başlamış, birbiri ardına yayınlanan eserleriyle
bütün SSCB çapında meşhur olmuştur. Halime Bayramuk eski SSCB zamanında eserleri
Rusça’ya tercüme edilen ilk Türk kadın edebiyâtçısıdır.
Halime
Bayramuk’un şiirlerinde taklit edilemez şekilde kendine has bir üslûbu vardır.
Romanları ise teknik bakımdan kusursuza yakın olup Karaçay-Malkar Türkçesini
mükemmel bir şekilde kullanmaktadır. Bilhassa roman kahramanlarının iç
dünyalarını yansıtan psikolojik tahlilleri olağan üstüdür. Halime Bayramuk’un
şiir, hikâye, deneme ve roman olmak üzere toplam 34 kitabı yayınlanmış, eserlerinin
bir kısmı 52 ayrı dile çevrilmiştir. Ayrıca eserleri üzerine çok sayıda
araştırma ve tahliller yayınlanmıştır.
Halime
Bayramuk'un Ontört Cıl [On Dört Yıl] Adlı Romanı
Halime
Bayramuk dönemin tehlikeli şartlarına rağmen “Qarçanı Üydegisi” [Karça’nın
Ailesi] adlı eserinde, birçok Karaçay-Malkarlı şair ve yazarın aksine ve cesur bir
şekilde, millî âdet ve geleneklerin kötülenmesine, bunların tamamen ortadan
kaldırılmasına karşı çıkarak “kötü âdet ve gelenekler kaldırılsın fakat
halkımız için gerekli olan bazı millî değerlerimiz kalsın. Onlar, eskiden olduğu
gibi Sovyet hayatında da bize lâzımdır” diyebilmiştir. Halime Bayramuk’un en
önemli eserlerinden biri de Karaçay-Malkar Türklerinin sürgün hayatı sırasında
çektiği acıları anlatan meşhur “Ontört Cıl” [On Dört Yıl, Çerkessk, 1990]
adlı romanıdır. Söz konusu bu roman Dr. Yılmaz Nevruz tarafından Türkiye
Türkçesine aktarılarak “İki Kasım Bin Dokuz Yüz Kırk Üç” adıyla
Türkiye’de de yayınlanmıştır [Akqbaylanı vd., 1965:335-388; Xubiylanı vd.,
1976:49-55; Şaman, 1997:16-18].
Karaçay-Malkar
edebiyâtının ve bilhassa roman türünün en önemli temsilcisi sayılan Osman Hubiy
[1918-2001] edebî faaliyetlerine çok genç yaşta başlamış,“Qızıl Askerge”
[Kızıl Ordu’ya] adlı ilk şiiri 1934 yılında “Qızıl Qaraçay” gazetesinde
yayınlanmış, “Komsomol Cırla” [Komsomol Şarkıları] adlı ilk şiir kitabı da
1936 yılında yayınlanmıştır. Osman Hubiy şiir sahasındaki kâbiliyetiyle birlikte
daha çok romanlarıyla meşhur olmuş bir edebiyâtçıdır. Güçlü bir roman
tekniğiyle bütün roman yazarları içerisinde Karaçay-Malkar Türkçesini edebî
yönden mükemmel derecede kullanabilen birkaç edebiyâtçıdan biridir.
Osman
Hubiy [1918-2001]
“Abrek”
[Kaçkın] adlı ilk romanı 1939 yılında yayınlanan Osman Hubiy’in roman
sahasındaki asıl şöhreti 1959, 1962 ve 1965 yıllarında yayınlanan üç ciltlik
“Amanat” [Rehine] adlı romanıyla teşekkül etmiştir. Osman Hubiy bu romanında II.
Dünya Savaşı sırasında Karaçay-Malkar ülkesinin Almanlar tarafından işgâl
edilmesini anlatmaktadır. Almanlar, Karaçay-Malkar ülkesini işgâl ettiği sırada eli
silah tutan bütün Karaçay-Malkarlı erkekler ise muhtelif cephelerde ve Kızıl Ordu
saflarında Almanlara karşı savaşmaktadırlar. Vatanda kalanlar ise ellerinden geldiği
kadarıyla Alman işgâline karşı direniş göstermektedirler. Öte yandan eskiden beri
Sovyet rejimine düşman olan küçük bir grup ise Almanlarla işbirliği yapmıştır.
Fakat bir süre sonra Kızıl Ordu, işgâlci Almanları ve yerli işbirlikçileri
bütünüyle yurttan temizlemiştir. Yazar bu romanında dolaylı olarak Karaçay-Malkar
Türklerinin II. Dünya Savaşı sırasında Sovyet vatanını korumak için büyük
kahramanlıklar gösterdiğini ve Sovyet rejimine ihanet etmediğini anlatmaya
çalışmaktadır [Aqbaylanı vd., 1965: 307-334; Xubiylanı vd., 1976:71-81; Qagıylanı,
1975:117-141; Qaralanı, 1978:216-217; Bayramuqlanı, 1982:198-216].
Amanat
[Rehine]
Osman
Hubiy, 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarında Kuzey Kafkasya’dan Osmanlı
Türkiyesi’ne ve Suriye’ye göç eden Karaçay-Malkar Türklerinin hayatını konu
alan bir roman yazmak üzere 1971 ve 1985 yıllarında Türkiye’ye gelme imkânını
bulmuştur. Osman Hubiy, Türkiye, Suriye ve birkaç Arap ülkesini seyahat ettikten sonra
geri dönerek “Assı” [Asi] adlı romanını yayınlamıştır. Osman
Hubiy bu romanında Karaçay-Malkar Türklerinin kafileler halinde Osmanlı
Türkiyesi’ne göç etmeleri sırasında yaşadıkları birtakım olayları dramatize
etmekte ve daha sonra bu göçmenlerin Türkiye’ye yerleştikten sonra
karşılaştıkları zorlukları, uyum problemlerini ve hayat mücadelelerini
anlatmaktadır. Yazar bu romanında ele aldığı olayları gereğinden fazla abartmış,
bazı gerçek dışı olaylara yer vermiş, Sovyet siyasetine uygun bir şekilde
Türkiye’yi kötülemiş ve Türkiye’de yaşayan Karaçay-Malkar Türklerinin sözde
perişan hayatını anlatmıştır.
Assı
[Asi]
Anlaşılacağı
üzere bu romanın özünde, Çarlık Rusyası döneminde Osmanlı Türkiyesi’ne göç
eden Karaçay-Malkar Türkleri ile Kuzey Kafkasya’daki yaşayan Karaçay-Malkar
Türkleri arasında hayat standartları bakımından bir karşılaştırma
yapılmaktadır. Buna göre ata yurtlarını terk ederek Türkiye’ye yerleşen
Karaçay-Malkar Türklerinin hayatı içler acısı bir halde iken, Kuzey Kafkasya’da
yaşayan Karaçay-Malkar Türkleri ise Sovyet rejiminin getirdiği imkânlar sayesinde
mutlu ve müreffeh bir hayata kavuşmuşlardır. Elbette bu roman, Karaçay-Malkar
edebiyâtı çerçevesinde dil ve üslûp bakımından kusursuz bir roman örneği olarak
değerlendirilebilirse de muhteva yönünden bu romanın Sovyet propagandası yapmaktan
öteye geçemediğini söylemek mümkündür.
Bununla
birlikte hem bu romanı, hem de yazarı, o dönemin arka planını iyi bilmeden sert ve
acımasız bir şekilde eleştirmenin yersiz olduğunu ifade etmek gerekir. Osman
Hubiy’in Türkiye’yi seyahat ettiği dönemde SSCB’nin başında despotluk yönüyle
Stalin’i aratmayan Leonid Brejnev bulunuyordu. Baskı ve jurnal rejimi doruk noktasına
ulaşmıştı. İnsanlar “acaba bugün hayatta kalabilecek miyim” korkusuyla
yaşıyorlardı. Tabiatıyla bu insanlardan biri de Karaçaylı yazar Osman Hubiy idi.
Yaklaşık 20 kişiden oluşan Sovyet yazarlar kafilesiyle birlikte Türkiye’ye gelen
Osman Hubiy mensubu olduğu kafile içerisinde kendisi ve eşi dışındaki şahısların
kaçının KGB ajanı olduğu elbette bilmiyordu. Bu yüzden büyük bir korku ve endişe
içerisindeydi.
Leonid
Brejnev [1906-1982]
Bu
arada Kafkasya’dan Karaçaylı bir yazarın geldiğini duyan Hüsamettin Korkmaz,
Muammer İtez ve Nezir Zügül adında Türkiye’den üç Karaçaylı genç hemen Sovyet
kafilesine ulaşarak Osman Hubiy’le tanışlar. Üç genç büyük bir heyecanla Osman
Hubiy’e sorular sormaya, onunla sohbet etmeye başlarlar. Fakat Osman Hubiy pek sohbet
canlısı değildir. Tedirgin bir halde kısa cevaplarla gençlerin sorularını
geçiştirmekte, Türkiye ile ilgili olumsuz ifadeler kullanmaktadır. Bir zaman sonra
Osman Hubiy’in eşinin isteği üzerine Sovyet kafilesiyle birlikte Süleymaniye
Camiîni görmeye giderler. Bu arada Osman Hubiy Süleymaniye Camiîni ziyaret etme
konusunda ilgisiz ve isteksiz gibi görünmektedir. Süleymaniye Camiîne geldiklerinde
ise Osman Hubiy minarelerden birine çıkıp İstanbul’u yukarıdan görmek istediğini
söyler. Bunun üzerine üç Karaçaylı genç ve Osman Hubiy, Süleymaniye Camiînin
minarelerinden birinin şerefesine çıkarlar. Osman Hubiy, minarenin şerefesinde kendisi
ve bu üç gençten başka kimsenin olmadığına iyice kanaat getirdikten sonra derin bir
nefes alır ve minarenin tepesinde tam iki saat sürecek olan konuşmasına başlar. Osman
Hubiy’in söyledikleri özetle şöyledir: “Sizler bizim hangi şartlarda
yaşadığımızı hayal bile edemezsiniz. Bizler bugün hayattayız, fakat yarın
yaşayıp yaşamayacağımızı bilmiyoruz, her an ölüm korkusuyla yaşıyoruz.
İçerisinde bulunduğum kafilenin en az yarısı KGB ajanıdır. Bu yüzden Türkiye
hakkında olumsuz şeyler söylemek zorundayım. Aksi halde geri döndüğüm zaman
hayatım tehlikeye girecektir.” İşte Osman Hubiy’in bu sözleri, daha önce
yukarıda belirtildiği gibi, o dönemin arka planı iyi bilmeden Osman Hubiy ve onun
gibileri sert bir şekilde eleştirmenin yersiz olduğu şeklindeki ifadeleri haklı
çıkarmaktadır.
Osman
Hubiy ve Süleymaniye Camii
Sovyet
hükümeti uyguladığı eğitim ve kültür politikasının sözde ne kadar başarılı
olduğunu dünyaya göstermek için bilhassa Rus olmayan milletlere mensup kâbiliyetli
fakat rejime sadık şair ve yazarların edebî eserlerini dünyaya tanıtmak için
devletin bütün imkânlarını seferber etmiştir. Meselâ dünyaca meşhur Kırgız
romancısı Cengiz Aytmatov bu politikanın en tanınmış modelidir.
Söz
konusu bu politikanın Karaçay-Malkar Türklerindeki modeli ise Sovyet dönemi
Karaçay-Malkar şiirinin en büyük üstadı kabul edilen
Kaysın Kuliy [1917-1985]’dir. İdeolojik bakımdan Sosyalist değerlere
bağlı kalarak devletin çeşitli kademelerinde yöneticilik yapan ve ayrıca uzun
yıllar Sovyetler Birliği “Yüksek Sovyet”inde daimi üye olarak görev yapan Kaysın
Kuliy’in bilhassa ilk edebî eserleri Sosyalist realizmin ilkelerine tam bir uygunluk
göstermektedir. Elbette, Sovyet eğitim sisteminin, Marksist sanat anlayışının ve
Sovyet-Rus şair ve yazarlarının etkisinde yetişen Kaysın Kuliy’in bu tarzda eserler
vermesi tabiî bir durumdur.
Kaysın
Kuliy [1917-1985]
Kaysın
Kuliy, Sovyetler Birliği ile Sovyet bloku ülkeleri çapında çok meşhur bir şairdir.
Türkiye’de pek bilinmemesine karşılık eskiden Sovyet hâkimiyetinde bulunan Türk
ülkelerinin hepsinde çok iyi tanınmaktadır. Kaysın Kuliy’in edebî şöhretini
gölgelemek gibi bir maksadımız yoktur. Kaysın Kuliy elbette yüksek seviyede edebî
kâbiliyete sahip bir şairdir. Fakat Kaysın Kuliy’in bütün Sovyet bloku çapında
meşhur bir şair olmasında, sahip olduğu edebî kâbiliyeti kadar Komünist Partisine
ve Sosyalist ideolojiye bağlı olmasının da rolü vardır.
Kaysın
Kuliy ilk ve orta tahsilini memleketinde tamamladıktan sonra 1935 yılında Moskova’ya
giderek gündüzleri Anatoli Lunaçarski Tiyatro Enstitüsüne ve akşamları da Maksim
Gorki Edebiyât Enstitüsüne devam etmiş ve her iki enstitüden de 1940 yılında mezun
olmuştur. Memleketine döndükten sonra Nalçik şehrinde edebiyât dersleri vermeye
başlayan Kaysın Kuliy, II. Dünya Savaşının başlaması üzerine kendi isteğiyle
Kızıl Orduya yazılmış ve cepheye gitmiştir. II. Dünya Savaşı sonrasında Malkar
Türklerinin 8 Mart 1944 tarihinde sürgün edilmesi üzerine, dönemin üst düzey
yetkililerinin himaye tekliflerine rağmen kendisi halkıyla aynı kaderi paylaşmayı
tercih ederek Kırgızistan’a sürgün gitmiştir. Burada meşhur Kırgız yazarı
Cengiz Aytmatov’la yakın bir dostluk kurmuştur. Tabiatıyla, Kaysın Kuliy’in edebî
şöhret kazanmasında Cengiz Aytmatov’un da katkıları olmuştur.
Dünyaca
Meşhur Kırzgız Roman Yazarı Cengiz Aytmatov ve Kaysın Kuliy
Kaysın
Kuliy memleketine döndükten sonra Karaçay-Malkar edebiyâtının yeniden canlanması
için büyük emek sarf etmiştir. Kaysın Kuliy 1985 yılında hayata veda etmiştir.
Kaysın Kuliy’in öldüğü sırada ABD’de bulunan Cengiz Aytmatov, Kaysın Kuliy’in
ölüm haberini alınca apar topar Nalçik şehrine gelerek Kaysın Kuliy’in defin
merasimine yetişmiş ve üzüntüsünü “Sen bizim bayrağımız, yol göstericimizdin.
Ustamı, can dostumu kaybettim” sözleriyle dile getirmiştir.
Çocukluk
dönemini at sırtında dağlarda çobanlık yaparak geçiren Kaysın Kuliy küçük
yaşlardan itibaren şiir yazmaya başlamıştır. “Eski Malqarğa” [Eski Malkar’a]
adlı ilk şiiri 1934 yılında, “Salam Ertdenlik” [Selam Sabah] adlı ilk şiir
kitabı da 1940 yılında yayınlanmıştır. Kaysın Kuliy’in şiirlerindeki tabiat
tasvirleri, hayal dünyası ve anlatım gücündeki zenginliği yüksek bir edebî
kâbiliyetin mahsulleridir. Şiirlerinde kuvvetli bir millet ve yurt sevgisi dikkat
çekmektedir. Şairin 1966 yılında yayınlanan “Caralı Taş” [Yaralı Taş] adlı
şiir kitabı Maksim Gorki Edebiyât Ödülünü, 1974 yılında yayınlanan “Cer
Kitabı” [Yer Kitabı] adlı şiir kitabı Sovyetler Birliği Devlet Edebiyât
Ödülünü almıştır. Kaysın Kuliy’in ölümünden sonra bütün eserleri 1990
yılında eski SSCB’nin en büyük edebiyât ödülü olarak kabul edilen Lenin
Edebiyât Ödülüne lâyık görülmüştür. Kaysın Kuliy’in şiirleri 120 ayrı dile
çevrilerek yayınlanmıştır. Şairin Karaçay-Malkar Türkçesiyle yaklaşık 18,
Rusça 55 ve diğer dillerde 40’a yakın kitabı yayınlanmıştır. Ayrıca Kaysın
Kuliy’in eserleri üzerine 10’dan fazla araştırma ve tahlil kitabı yayınlanmış,
hayatı ve eserleri üzerine 10’dan fazla doktora tezi yapılmıştır [Xubiylanı vd,
1976:62-70; Töppelanı, 1993:3-67; Begiylanı-Ölmezlanı, 1993:111-128].
Karaçay-Malkar
edebiyâtının en önemli şairlerinden biri olan Kerim Otar [1912-1974] yüksek
tahsilini 1930-1934 yılları arasında Öğretmen Okulunda tamamlamıştır. Bir süre
mezun olduğu bu edebiyât öğretmenliği yapmış, 1938-1941 yılları arasında
Kabardey-Balkar Şain ve Yazarlar Birliği Başkanlığı görevini yürütmüştür.
Kerim
Otar [1912-1974]
Kerim
Otar, II. Dünya Savaşı sırasında Kızıl Ordu saflarında Almanlara karşı
savaşmış ve savaştan bir bacağını kaybederek geri dönmüştür. Sürgün
hayatını Kırgızistan’da geçirmiştir. Sürgün hayatı sırasında Karaçay-Malkar
Türklerinin iade-i itibarı ve Kafkasya’ya geri dönüşü için kıyasıya mücadele
vermiş ve hatta bununla ilgili J. Stalin’e mektup yazma cesaretini bile göstermiştir.
Kerim Otar’ın şiirlerin güçlü bir lirizm vardır. Tabiat ve yurt özlemi konulu
şiirleri oldukça duygu yüklüdür. Sürgün sonrasında Karaçay-Malkar edebiyâtının
yeniden kurulması için büyük emek sarf etmiştir [Begiylanı-Ölmezlanı,
1993:97-110].
Karaçay-Malkar
edebiyâtında hikâye ve roman türünde örnekler veren Canakayıt Zalihan
[1916-1994] edebî faaliyetlerine 1936 yılında başlamış, “Meni Awazım” [Benim
Sesim] adlı ilk şiir kitabı 1936 yılında, “Şuyox Üyür” [Dost Aile] adlı ilk
hikâye kitabı da 1940 yılında yayınlanmıştır.
Canakayıt
Zalihan [1916-1994]
1950’li
yılların ortalarına doğru roman ve hikâye yazmaya ağırlık veren Canakayıt Zalihan
toplumsal meseleleri, halk kültürünü, sürgün yıllarında çekilen zorlukları
yazdığı roman ve hikâyelerinde usta ve akıcı bir dille ifade etmiştir. [Xubiylanı
vd., 1976:161-177; Tolgurlanı-Şawalanı, 1995:57-99; Töppelanı, 1995:202-207].
Mizahî
hikâyeleriyle tanınan Habib Katsi [1916-1974] edebî faaliyetlerine şiir yazarak
başlamıştır. “Cürek Quwanç” [Yürek Sevinci] adlı ilk şiir kitabı 1932
yılında yayınlanmıştır. 1936 yılında yayımlanan “Cer Culduzları” [Yer
Yıldızları] adlı hikâye kitabı Karaçay-Malkar edebiyâtının başarılı ilk
hikâye örneklerinden biri sayılmaktadır.
Habib
Katsi [1916-1974]
Habib
Katsi’nin asıl şöhreti 1961 yılında yayınlanan “Alanla Sizde wa Ne Hapar”
[Arkadaşlar Sizden Ne Haber] adlı eseriyle teşekkül etmiştir. Habib Katsi’nin
mizahî tarzdaki bu eserinde elli dört kısa hikâye yer almaktadır. Yazar bu
hikâyelerde toplumun ve insanların olumsuz yönlerini alaycı bir ifadeyle
eleştirmektedir. 1964 yılında yayınlanan “Muhammet” adlı romanında, II. Dünya
Savaşı sırasında Alman askerlerinin eline esir düşen Muhammet adında Malkarlı bir
gencin başından geçen olaylar anlatılmaktadır [Xubiylanı vd., 1976:204-206;
Tolgurlanı-Şawalanı, 1995:52-56].
Karaçay-Malkar
şiirinde yeni bir tarz getiren Hazret Semen [1924] yüksek tahsilini 1963
yılında mezun olduğu Karaçay-Çerkes Devlet Üniversitesi Edebiyât Fakültesinde
yapmıştır. Hazret Semen, daha önce kendisinden geniş bir şekilde bahsedilen ve
Karaçay-Malkar Türklerinin en meşhur halk şairlerinden biri olan İsmail Semen’in
oğludur.
Hazret
Semen [1924]
Hazret
Semen günümüz Karaçay-Malkar şiirinin en önemli temsilcilerinden biri olup,
Karaçay-Malkar Türkçesini şiir dilinde en usta kullanabilen şairlerden biri olarak
tanınmaktadır. Karaçay-Malkarlı edebiyât eleştirmenleri Hazret Semen hakkında
“Karaçay-Malkar dilinin güzelliğini ve zenginliğini anlamak için Hazret Semen’in
şiirlerini okumalısınız” şeklinde ifadeler kullanmaktadırlar. Bilhassa felsefî
şiirleriyle dikkat çeken şairin, Karaçay-Malkar Türkçesiyle ve Rusça toplam on iki
kitabı yayımlanmıştır [Aqbaylanı vd., 1965:389-402].
Birçok
şiirinin bestelenerek şarkı yapılmasıyla meşhur olan Azamet Sevinç [1923]
ilk ve orta tahsilini tamamladıktan sonra yüksek tahsilini Kazakistan’da sürgün
hayatında iken Çimkent Eğitim Fakültesinde yapmıştır. Bilâhare 1957 yılında
memleketine geri döndükten sonra Kabardey-Balkar Devlet Üniversitesi Edebiyât
Fakültesini okumuştur.
Azamet
Sevinç [1923]
Azamet
Sevinç uzun yıllar Karaçay-Çerkes Eğitim Enstitüsünde öğretim üyeliği yapmış,
edebiyât tarihi ve halk edebiyâtı üzerine dersler vermiştir. Gerek şiir, gerekse
nesir türünde eserler veren Azamet Sevinç’in çok sayıda kitabı yayınlanmıştır.
Azamet Sevinç’in 100’den fazla şiiri bestelenerek şarkı yapılmıştır.
Şiirlerinin konusu genellikle yurt ve tabiat sevgisi üzerinedir. Bunun dışında,
Karaçay-Malkar edebiyâtı tarihi üzerine önemli makaleleri vardır. A. Puşkin, M.
Lermontov, S. Yesenin, Musa Celil ve Samed Vurgun’un eserlerini Karaçay-Malkar
Türkçesine tercüme etmiştir [Aqbaylanı vd., 1965:403-414; Xubiylanı vd., 1976:82124;
Qaralanı-Borlaqlanı, 1987:315-326].
Yüksek
tahsilini Leningrad Üniversitesinde Gazetecilik Yüksek Okulunda yapan Seyit Laypan
[1925] sürgün dönüşünde bir süre redaktörü ve kurucusu olduğu “Şoxluq”
[Dostluk] gazetesinde çalışmıştır. Bu gazetenin kapatılmasından sonra “Qızıl
Qaraçay” [Kızıl Karaçay] gazetesine geçerek uzun yıllar burada gazetecilik
yapmış ve ayrıca idari görevlerde bulunmuştur.
Seyit
Laypan [1925]
Seyit
Laypan’ın Karaçay-Malkar edebiyâtındaki asıl şöhreti, II. Dünya Savaşı
sırasında Almanlara karşı savaşırken cephede hayatını kaybeden Osman Kasay’la
ilgili birtakım belgelerle hazırlayıp yayınladığı “Qaraçaynı Ulanı Bela
Rossiyanı Cigiti” [Karaçay’ın Oğlu Beyaz Rusya’nın Yiğidi, Çerkessk, 1958]
adlı eseriyle teşekkül etmiştir. 1979 yılında yayınlanan “Batalları” [Batal
Ailesi] adlı tarihî romanı büyük ilgi görmüştür. Bunun dışında Seyit
Laypan’ın 1991 yılında yayınlanan “Gürge Kün” [Salı Günü] adlı romanında
Karaçay-Malkar Türklerinin sürgün edilmesi ve sürgün hayatı sırasında yaşanılan
zorluklar anlatılmaktadır [Qaralanı-Borlaqlanı, 1987:228-284].
Gürge
Kün [Salı Günü] Adlı Roman
Kaynak: http://www45.brinkster.com/karachaymalkar/sovyetdonemindekarachaymalkaredebiyati.08.htm |